Find Property:

Mustafa Özbağ resmi sitesidir.

GENÇLERİN SORULARI

Allah neden peygamberleri yarattı? Allah en büyük yardımcıysa neden kendisine yardım için elçi gönderiyor?

Bu İslam’la ilgili meselelere bakarken her daim hep yaradılışa gideceğiz, o yaradılış çünkü bizim bu konudaki bütün sorularımıza cevap veren yer. Öyle ya Allah neden yarattı, ihtiyacı mı var bu manada? Bir şeye ihtiyacı olmayan bir şey neden bir şey yaratsın? Felsefik olarak buradan biz bakacak olursak hiçbir şeye ihtiyacı olmayan neden bir şey yaratsın?

Peki, hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını kim anlıyor hiçbir şey yaratmamış olsaydı? Hiçbir şey yaratmadı. Hiçbir şey yaratmayınca hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını kim bilecekti kendisinden başka? Bilecek olan hiçbir şey yok. Ben bunu böyle cevaplandırırken bir mizansen kurarım, derim ki çok güzel bir kadın var ama başka hiç kimse yok onun güzelliğini anlayacak, bir kimse var mı? Yok.  Güzelliğinin bir anlamı var mı? Yok. Çok yakışıklı, çok cesur, cesaretli, bütün bu erkeğin üzerinde bulundurması gereken sıfatlara haiz bir erkek var; hiç kimse yok ama onu anlayacak, onu bilecek hiç kimse yok. Onun bir anlamı var mı? Yok. Veyahut da bir tane insan düşünelim, bütün yeraltı ve yerüstü hazineleri ona ait diyelim ama ne yapacak ki o hazineyi, ne yapabilir? Hani sizde çok yüksek miktarda para olsa ama gayri meşru olsa siz onu meydana çıkardığınız anda devlet ona el koyacak olsa siz o parayı meydana çıkarabilir misiniz? Hayır. Birine söyleyebilir misiniz? Hayır. O parayla bir çöp dahi alabilir misiniz? Hayır. O paranın bir anlamı kaldı mı sizde? Hayır. Zaman zaman Türkiye’deki siyasilere İsviçre bankalarında para yatırırlar, kodludur o paralar, o kodu bilen ancak o parayı kullanabilir, çekebilir, parayı onlar yurtiçine getiremezler,  yurtdışında da bir yerden bir yere sevk etmeye kalkarlarsa yine problem yaşarlar ve sonuçta o İsviçre bankalarında o para ölür. Belirli bir müddet sonra işe yaramayacağı için İsviçre bankaları -bankalarda belli bir zaman sonra zaman aşımına uğruyor bankanın uhdesine geçiyor ya para- İsviçre neden zengindir? İsviçre bu yüzden zengindir. Bu kara para, bu kirli paralar, bu pislik paralar İsviçre bankalarında veya offshore denilen hiçbir kaydı olmayan ama bir sabah da bankanın da orta yerden kalkacağı, bakın banka bir sabah olmayabilir bu offshore bankacılık dedikleri banka. hiçbir kayda geçmeyen bankalar. Kıbrıs’ta var, bilhassa Güney Kıbrıs’ta var, Malta’da var, Kanarya Adalarında var, Maldivler’de var, şurda,  burda var bu bankalar. Bu bankalar ama bir sabah gittiğinizde ne bankayı bulabilirsiniz orda, ne parayı bulabilirsiniz, hesap da soramazsınız, bu param nerde diye ama bu offshore bankalar çok meşhurdur, kirli paralar bunların üzerinden döner. Zaman zaman MOSSAD, CIA, MI6, İngilizler veyahut da Alman istihbaratları bu bankalara çökerler. Bu bankalar böyle istihbaratlarla ortaklaşa hareket ederler. Mesela Yahudi istihbaratıyla, MOSSAD’la ilişkide olan offshore bankaları vardır. CIA’le ilişkide bulunan offshore bankaları vardır. Bu bankalar aynı zamanda İsviçre bankalarında da öyledir. Sen bankanın sahibi olabilirsin; seni bir gece ayağından salallandırırlar aşağıya doğru veya senin gözünün önünde oğlunu, kızını, gelinini, neyin kıymetliyse onu sallandırıverirler bir gecede. Sen bütün banka hesaplarını canın mı kıymetli, paran mı kıymetli? Sana da harçlanacak kadar bir para bırakırlar, yeni bir kimlik verirler, sen gidersin herhangi bir ada ülkesinde, o ada ülkesinde hayatını orda geçirirsin, artık bir daha o tip işlere girmezsin.

Benim çok iyi tanıdığım bir kimse vardı, burada Nesim Malki’yi vurdular, Nesim Malki’yi vurduran da meydandaydı, herkes biliyordu onu, tekstil piyasası da biliyordu. Nesim Malki’nin arkasında da MOSSAD vardı, MOSSAD dünyanın neresinde olursa olsun, Yahudi iş adamlarını korur, Yahudi iş adamlarını koruduğu için o iş adamlarından özel vergi alır, bu onların arasında konuşulan bir şeydir. En sonunda bir rivayet var, doğru değil. Cavit Çağları’ın oğlu Mustafa’yı helikoptere bindirmişler, sallamışlar aşağı parayı ödüyor musun, ödemiyor musun diye. Meşhur İmarbankın soyulması, gece kameraların önünde kendi bankasını kendisi soydu adam. Ve gitti, Malki’nin parasını verdi ama soyulduğuna dair o zaman için güvenlik kameralarından bütün herkes kendisi izledi ve Türkiye’de bu örtbas edildi çünkü Süleyman Demirel’in manevi oğluydu Cavit Çağlar. Şimdi böyle bankalar vardır. Örneğin oraya bankaya para yatırsan ama kimse bilmiyor. Senin zenginliğinin bir anlamı var mı? Yok.

İşte Cenâb-ı Hakk’ın zenginliğinin, kuvvetinin, sıfatlarının bir anlamı yoktu çünkü tanınmıyordu. Tanınmayınca var olan bütün özelliklerinin hiç birisinin anlamı yok. Bu manada Allah  Arabî’ye göre Arabî der ki: “Allah var etmeye mecburdu kendisinin tanınması için.” Çünkü sizde bir ilim olsa siz o ilmi izhar etmek istersiniz, göstermek istersiniz, bu ilmin kendi içindeki bir ivmedir. Sizde bir maharet olsa bunu göstermek istersiniz, bunun içerisinde kendi içindeki ivmedir bu. Ben söylerim ya, bir kadın doğurganlığını göstermek ister, bir erkek doğurtkanlığını göstermek ister. Fıtridir bu, yani bütün herkes kendi fıtratını orta yere koyar, fıtratını göstermek ister, bir kadın kadınlığını göstermek ister, bir erkek erkekliğini göstermek ister, bu fıtridir, bu içsel bir içgüdüdür bu, bu hareket eder. Allah da tanınmaklığı o yüzden istedi. Burada sebep çünkü ne olduğunu ne olmadığının bilinmesi lazım. Allah için ne olmadığı denmez de ama halk tabiri öyle ya ama Allah ne olduğunu göstermesi lazımdı, bunun için ne yaptı? İnsanı yarattı ve Âdem’e bütün kendi sıfatlarını ona öğretti, ona talim ettirdi, onun üzerine yükledi, Âdem bu manada kemal noktasında Allah’a ayna vazifesi gördü. Allah kendi sıfatlarının zuhur edişini onun üzerinde gördü. O yüzden bir Âdem gerçek manada bütün peygamberler Âdem’dir kemalât noktasında. Âdem kemal noktasındadır çünkü bütün peygamberler de asgari kemal noktasındadır ve Cenâb-ı Hakk Âdem’in üzerinde de diğer peygamberleri gördü çünkü henüz daha Âdem su ile toprak arasında değilken bile Cenâb-ı Hakk öbür peygamberlerini ve müminleri, müminlerin içerisinde gerçek manada velileri zaten yaratmıştı ilm-i ilahisinde. Allah bunu kendisi biliyordu yalnız. Allah bunu kendisi biliyordu ama hiç kimse bilmiyordu. İlm-i ilahisinde var olan şeyi bilen hiçbir şey yoktu. İlm-i ilahide var olan şeyden hiç kimsenin bir bilgisi yoksa orda varlığının bir sebebi var mı? Yok. Var olsa ne olacak ki ilm-i ilahide? İşte Âdem’in üzerinde Cenâb-ı Hakk bütün peygamberlerin de kemalâtını onda gördü ve peygamberler tabi bunu yaradılış olarak ilk yaradılış olarak değil, Adem’in yaratılması olarak anlatıyorum. Ondan daha geriye gidilir mi? Evet. Biz ehli sufiler Âdem’den öncesine gideriz. Âdem’den öncesine gideriz ki varlığın başlangıç noktasıdır. O nedir? Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın ruhaniyeti ve nuraniyetidir. İlk yaradılan şey Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın ruhaniyeti ve nuraniyetidir. Cenâb-ı Hakk kendi ruhundan ve nurunda yaratmıştır, biz onun ne olduğunu bilemeyiz. Onu bir şeye benzetmek cahilliktir, başka bir şey değildir. Bakın cahilliktir, düpedüz cahilliktir. Bu böyle size kesin ilim olarak bunu söylüyorum, derslerde anlatırsınız diye söylüyorum. Cenâb-ı Hakk’ın ruhaniyetinin ve nuraniyetinin ne olduğunu hiç kimse bilemez, bilse dahi söyleyemez. Bilemez. Ondan çok az bir ilim gelse o kimseye o kimse de onu konuşamaz. Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın konuşmadığını birisinin konuşmaya kalkması düpedüz cahillik, küstahlık, düpedüz kendini bilmemezliktir net. Bazıları konuşuyor da kendi kendine, o konuşulanlara da bakıyorum ben, diyorum cahilliklerini gösteriyorlar.

Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın ruhaniyetinde ve nuraniyetinde, ilk yaradılışta Cenâb-ı Hakk her ne sıfatı var ise hepsini de Onun üzerinde tecelli ettirdi ve Onda, tabiri caizse, kendini seyretti. Burası mahrem bölge. Onda kendini seyretti, kendisinin ne olduğunu anladı. İşte Allah ism-i şerifinin tecelliyatı bu oldu. Bilinmezdi, bilinirliğe geçti ve bilinirliğe geçerken ismi Allah oldu. Bakın, ismi Allah oldu. Ondan öncesi ismi de yoktu. Bu size tuhaf gelir şimdi; bu her yerde dinleyeceğiniz, okuyacağınız bir sohbet değil. Ondan öncesi ismi de yoktu. Bunu hadisçiler son dönem bazıları bunları inkâr eder. Hani “Ben bilinmez hazineydim, bilinmekliği istedim.” hadisini ilahiyatçılar biraz temkinli yaklaşırlar, biz temkinli yaklaşmayız, ben hiç temkinli yaklaşmam. Evet bilinmezdi, bilinmezin ismi olmaz. Bilinmezin adı sanı, hiçbir şeysi olmaz. İmam-ı Azam çok güzel bunu tarif eder, benim muhteşem çok hoşuma gider benim. Allah “bir şey” yarattı. Bir şey dediğinizde o şeyin ismi yoktur, hiçbir şeyi yoktur onun, bir şeydir, tanımlamak içindir, felsefidir. Allah bir şey yarattı, o yarattığı şey kendi ruhundan ve nurundandı. Cenâb-ı Hakk Muhammed-i Mustafa’nın ruhaniyetinden ve nuraniyetinden onun ruhaniyetini ve nuraniyetini yarattı ve ondan her şeyi yarattı. O zaman o ilk yaratılan Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın ruhaniyeti ve nuraniyetinin üzerinde Cenâb-ı Hakk kendi -tabiri caizse- kendisini gördü onda. O, ona bir ayna oldu. Gerçek, mükemmel ayna Allah için -celle celâlühu için- Hazreti Muhammed-i Mustafa’dır yarattıklarının içerisinde; yaratılanların içerisinde de gerçek manada ayna yine Hazreti Muhammed-i Mustafa’dır sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri.

O yüzden Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın bir Hakk’a karşı ayna olması, bir de halka karşı ayna olması vardır. Hazreti Muhammed-i Mustafa bu manada iki veçheli aynadır. Yani aynaya baktığımızda biz onun arkasında siyah bir perde görürüz öndeki bir kimsenin kendisi görmesi için, Onda siyah perde yoktur. O Muhammed-i Mustafa ki onun ayna dairesinde hiçbir zaman hiçbir perdesi yoktur. Hakk kendi zatından baktığında onda kendisini görür, onun arkasında halka ait perde vardır ki halk kendi dairesinde ona baktığında yine kendisini görür. Eğer kendisini görüp de kendisi bilirse o zaman kendi bilgisinden çıkar, bu sefer orda gördüğü onun sıfatlarıdır, Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın üzerinde ve kendi sıfatlarından kurtulursa halk o zaman Muhammed-i Mustafa’nın sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin sıfatlarına bürünür ki onun sıfatları da Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarıdır. O yüzden aslında baktığında halk Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın üzerinden Allah’ın sıfatlarını görür ki bu sohbeti başka bir yerde de bulmanız mümkün değildir ve o zaman oradaki o perdede asla ve asla bir karaltı yoktur ve halk Hazreti Muhammed-i Mustafa’ya baktığında önce kendisini görür, sonra Hazreti Muhammed-i Mustafa’yı görür, ondan sonra da Cenâb-ı Hakk’ın bütün sıfatlarında vuslat olur ki işte Allah’ın sıfatlarına vuslat olma budur. Hazreti Muhammed-i Mustafa’sız da bunun yürümesi, bunun mukim olması, bunun yerleşmesi mümkün değildir. O yüzden Hazreti Muhammed-i Mustafa’ya iman etmek Allah’a iman etmekle eş değerdedir. Hazreti Muhammed-i Mustafa’ya iman etmeyen bir kimse komple varlığı, varoluşu inkar ettiğinden dolayı küfrün dik alasıdır; kafirdir. Kafirdir. Hiçbir zaman onun hiçbir imani noktası kabul edilemez. O yüzden Hazreti Muhammed-i Mustafa’ya iman eden peygamberliğine, varlığına, her şeyine, Allah’a iman etmiş gibi olur. Bu kaçınılmaz sondur.

Şimdi Cenâb-ı Hakk peygamberleri neden yarattı? İşte Âdem’i yarattı; varlık dairesinde, insanlık dairesinde ilk yaratılan Âdem’dir ve bu manada, insani noktada zuhura gelmiş insan noktasında Âdem’dir insan olarak ama varlığın başlangıcı Hazreti Muhammed-i Mustafa’dır ama insan olarak yaratılma Hazreti Âdem’dir. Daha Âdem henüz daha suyla toprak arasında yok iken Muhammed-i Mustafa var idi ve aşıkları da var idi, bu da işin ayrı bir noktasıdır. Allah’ın öyle velileri vardır ki zamanın kutuplarıdır. Zamanın kutupları, üçleri, beşleri, yedileri daha henüz Âdem suyla toprak arasında var idi. Onu da alalım oraya koyalım, öyle kendi kendine birisi veliye laf söyleyecek, üfürükten teyyare selam söyle o yâre. Kendisine iyi baksın, güneşe çıkmasın, aklı bulanır, kafir olarak gider.

Evet. Allah’ın velilerine laf söyleyen kafir olarak bu dünyadan göçer tövbe edip geri dönmezse. O yüzden bil, bilme, ağızını fermuarla tutacaksın. Birisi senin gözünde şeyh değildir, mürşid değildir, veli değildir, senin elinde bir delil yok, sen ağzını bağlayacaksın. Sen asla konuşmayacaksın bununla alakalı, sonra konuştuğun son nefeste önüne gelir, bay bay derler. Son nefeste senin önüne gelir, der ki benim dostuma savaş açan bana savaş açmış gibi olur. Allah’ın vaadi haktır, Allah vaadinden geri dönmez. “Kim Allah’ın dostuna savaş açtıysa Allah’a savaş açmıştır. Allah yırtıcı hayvanın avından intikamını aldığı gibi ondan intikamını alır.” der hadis-i kudside. Ağzını açma. Bırak. Çık hadi sen de meydana, beş kişi topla. Çık. Çık, bir karakola götürsünler, kelepçelesinler bir arkadan, gel bakalım desinler, bir götürsünler, o boyunu posunu o zaman görelim, başka bir zaman boy pos görülmez. Öyle köşede, sırça köşkte şeyhlik yapmakla olmaz bu işler. Evet. Meydana çıkarsın. Bakar elinde plaka, arabalar geçiyor, seni durdurur orda, gel gel bakalım, bizimle beraber gideceksin derler. Sen de orda sabahlarsın, vicdanlısına denk gelirsen seni öğlende bırakır, vicdansızına denk gelirsen iki gün bekletir seni, o zaman görürüz senin ne olduğunu.

Şimdi, Cenâb-ı Hakk peygamberleri yarattı ki işte kendi tanınmaklığını onların üzerinden tanıtsın diye. Çünkü peygamberler kendi zamanlarında Allah’ı en fazla tanıyanlardır. Bakın, kendi zamanlarının en yüksek derecede Allah’ı tanıyan ve bilen peygamberlerdir. Bu peygamberler Allah’ın tanıdıkları, bildikleri Allah’ı; tanımayan, bilmeyen, Allah’ın diğer kullarına tanıtmak ve bildirmek için yaratılmıştır. Başka bir şey için değildir ve Allah’ı tanımanın, bilmenin, Allah’a iman etmenin göstergesidir peygamberlere tabi olmak; bakın göstergesidir. Böyle olunca peygamberleri neden yarattı? Çünkü onlar kendi zamanlarının Allah’ı en fazla tanıyanlarıydı ve insanlar Allah’ı tanımada, bilmede onlara tabi olsunlar diye yarattı. Ve Allah’ın emirlerini daha doğrusu biz şimdi sadece bilhassa son dönem İslam dünyası Allah’ı tanıma ve bilmekten uzak durup sadece Ona ibadet etmeyi düşünüyor, tanıma ve bilme meselesi, tabiri caizse, askıya alındı. Asıl kulun yaratılmasının sebebi tanınma ve bilinmeyle alakalıdır. Kul Allah’ı tanımak ve bilmekle mükelleftir. Tanımadan, bilmeden ibadet edenler taklidi iman sahipleridir; ibadetleri de taklididir. Doğru mudur? El-cevap doğrudur. Yeterli midir? Değildir. Bakın, yeterli midir? Değildir. Bu taklitçi zihniyet sadece ibadete bakar ve taklit eder. Bu taklitçiyse o kimse dervişleri de taklitçidir, mürdileri de taklitçidir, talebeleri de taklitçidir, hepsi de taklitçidir ama Cenâb-ı Hakk sadece ibadet etsinler diye yaratmamıştır. Muhteşemdir o hadis-i kudsi hazine hadis-i kudsisi. Tanınmak ve bilinmek için yaratılmıştır ama bu hadis-i kudsiyi destekleyen mana olarak ayeti-i kerime vardır “Ben insanları ve cinnileri beni tanısınlar, beni bilsinler, bana ibadet etsinler diye yarattım.” der ayeti-i kerimede. Yani o hadis-i şerife karşı çıkanlar bu ayeti-i kerimeye de karşı çıkmaları lazım o zaman, değil. Hadis-i kudsidir zaten o hazine sözü, hadis-i kudside geçer.

Öyle olunca bir kimse iman edip, tanıyıp bilmekle mükellef Allah’ı. E bunu kim bilecek en fazla? En fazla peygamberler bilecek ve peygamberler kendi zamanlarında insanlara Allah’ı tanıtmak, bildirmek için gönderilmişlerdir. Peygamberlerin yaratılma ve gönderilme sebebi budur ve her peygamber gönderildiğinde bu vazifeyle vazifelendirilmiştir, başka bir şeyi yoktur, o yüzden yarattı.

Allah en büyük yardımcıysa neden kendisine yardım için elçi gönderiyor?

Bu elçiler kendisine yardım için değildir. Allah’ın bir şeye ihtiyacı yoktur. Biz eğer böyle bunu vasıflandırırsak sanki Allah acizmiş gibi olur, değil. Allah yeryüzünde insanların kendisini daha iyi tanıması için elçiler gönderir. Elçi ayrı bir şeydir, yardımcı ayrı bir şeydir. Elçi nedir? Sen ona bir şey söylersin, o da bütün herkese söyler. Sen ona bir şey söylersin. Ben birisine bir şey derim, o herkese söyler. O benim elçim oldu ama yardımcı ise gel, bana bu konuda yardım et. Bu onun zayıflığına işarettir.

Şimdi insanlar kendilerince kendi lisanlarıyla -halk açısından baktığımızda- kendince Allah’a yardım ettiğini düşünebilir. Bu konuda da “Kim Allah’a yardım ederse Allah ona yardım eder.” bu manada ayeti-i kerime var değil mi? Bu halka aittir. Yani aslında sen o esnada hakkın işini yapıyorsundur; o zaman sen hakkın gören gözü, duyan kulağı, tutan elisindir. Hak senin üzerinden tecelli etmiştir. Senin üzerinden tecelli ettiği için sen vahdet-i vücud dairesi içinde sanki Oymuş gibi hareket ettiğini varsayarsın. Hani kul mizana çıkarıldı, mizana çıkarıldığında dedi ki Cenâb-ı Hakk hadis-i kudsi: “Senin bunlar, bunlar, bunlar günahın var; bunlar, bunlar, bunlar da sevabın var. Ben senin günahlarını sevaba çevirdim, dediğinde kul kendinden geçer de der ki diyor -kendinden geçer demiyor orda- direkt hadis-i kudsi şu: “Ben ne güzel bir rabmişim, sen de ne güzel bir kulmuşsun.” Allah’a diyor bunu.

Bakın, burada aşık maşuk yer değiştirdi. Aşık öyle bir hale geldi ki maşukun diliyle dillendi, maşukun diliyle dillenince sen ben oldun, ben de sen oldum dedi, çıktı ve Allah da buna tebessüm etti. Bunun gibi o kul kendince kendi lisanıyla, halk lisanıyla Allah’a yardım ettiğini düşünür ama vahdet-i vücud noktasında bu öyle değildir.

Peygamberler arasında neye göre seçiliyor?

Peygamberlerin kendi üzerindeki vasıfları vardır ama peygamberler bu vasıfları gösterdiği için peygamber olarak seçilmezler. Peygamberler henüz daha ruhlar yaratılmamış iken ilm-i ilahide Cenâb-ı Hakk’ın kendisine seçtikleridir, özel yarattıklarıdır. Hani ayeti-i kerimede “Kiminizi kiminden üstün kıldı.” dediği ayeti-i kerime peygamberler ve mürşid-i kamiller, veliler içindir. O yüzden Hazreti Mevlâna da “Sen onları kendin gibi zannetme.” der ve peygamberler ilm-i ilahiden seçilmişlerdir. Peygamberler seçildikleri için de özellikleri tabiri caizse ilm-i ilahide onların üzerine oturtulmuştur, onların üzerinde sonradan oluşmuş bir şey yoktur ve peygamberler yeryüzüne vesileler, sebepler dairesinde gönderildiğinde çocukluğundan itibaren peygamberdir. Peygamberlikleri onların 40 yaşında genel olarak, bazıları daha erken peygamberliğinin ilan edildiğine dair rivayetleri vardır. Ama ehli sufi peygamberlerin peygamberliklerinin onlara tebliğ edilmesini 40 yaş olarak kendince tespit eder, öyle der. Ve peygamberler sonradan herhangi bir sıfatları kemale ermez, kemale ermiş halidir onun o. O yüzden hiçbir peygamber putlara tapmamıştır, hiçbir peygamber şirk üzerine olmamıştır. Hiçbir peygamber. Hiçbir tebliğ almadan büyüyen İbrahim aleyhisselam dahi şirk üzerinde durmamıştır. Meşhurdur ya ilk mağaradan dışarı çıkar, yıldızı görür, benim rabbim bu olması lazım herhalde, der. Çünkü İbrahim aleyhisselam gündüz mağaradan dışarı çıkmazdı. Nemrud’un askerleri dağ taş her yerde aynı zamanda da Nemrud’un kahinleri. O zaman için kahinlik çok, büyücülük çok yüksek derecede, o kahinler ve büyücüler oturuyorlar, İbrahim aleyhisselamın sağ olduğunu biliyorlar ve her gün Nemrud’a bilgi veriyorlar, diyorlar ki bugün henüz daha ölmedi. Nemrut ve askerleri harıl harıl İbrahim’i arıyor. Harıl harıl her yerde. Tabiri caizse girilmedik orman, girilmedik mağara, kaldırılmadık taş bırakmıyorlar; her yerde İbrahim’i arıyorlar ve İbrahim aleyhisselam gündüz asla dışarı çıkmıyor. Bu Cenâb-ı Hakk’ın onun kalbine ilhamı, gündüz dışarı çıkmıyor ve ilk gece dışarı çıktığında yıldızı görüyor. Rivayet edilir ki Sirius yıldızıdır, parlaktır. Mustafa Özbağ rivayeti. Sirius’u çok parlak görünce çünkü aşıkların yıldızıdır aynı zamanda Sirius. Onu görünce benim rabbim bu olmalı, diyor. Bakın; o asla bir müşrikliğe, şirke doğru gitmiyor. Sonra bakıyor ki ay çıktı. Ay ondan daha parlak, olsa olsa benim rabbim bu olmalı, diyor. Sabah oluyor, sabah olunca güneş çıkıyor aynı gün, diyor ki, benim rabbim bu güneş olmalı, bu çıkınca hepsi de söndü. E akşam olunca, batınca ayeti-i kerimede öyle diyor ya “Ben batanları sevmem”. Biz batanları sevmeyiz. İbrahim sevmemiş, biz mi sevelim? Bu sefer ben batanları sevmem, deyince bu benim rabbim olamaz, diyor. Bu da benim rabbim olamaz. Buradan sufiler şu sonucu çıkarırlar. Hiçbir peygamber gelmemiş olsaydı hiçbir kitap da gelmemiş olsaydı Allah kâmil gönüllere yine kendisini ilham ederdi. Evet.

Şimdi böyle olunca ne yaptı, bunların seçimleri cebri. Bunların seçimleri akli değil, herhangi bir özellikleri vardı da peygamber seçildi, öyle değil. Allah peygamberler silsilesini kendisine seçmiş. Kendisi seçmiş ve göndereceği zamana göre hepsini de hikmetle donatmış. Peygamberler çünkü oturup kitap okumuş bir peygamber değildir. Peygamberlerin bu manada peygamberlik kitabı yoktur yazılı olarak. Cenâb-ı Hakk onların kalbine ilham eder. Bu, peygamberler için vahiydir. Cenâb-ı Hakk o peygamberlerin kalplerine vahyeder ve hiçbir peygamber bu manada kendi zamanlarında halkın kerih göreceği bir suç işlememişlerdir. Halkın kerih göreceği. O yüzden onların seçimi Cenâb-ı Hakk’ın ilm-i ilahisindedir, onların özellikleri de Allah’ın giydirdiği bir elbisedir, onların kendilerinin seçip giydiği bir elbise değildir, cebridir.

Hazreti Muhammed-i Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem neden tüm insanlığa gönderildi?

Nasıl her şeyin bir kemalâtı var ise peygamberlerin de kemalâtı vardır. Âdem aleyhisselam’dan itibaren peygamberlerin kemalâtı adım adım devam eder ve İsa aleyhisselam’a gelindiğinde gerçekten de peygamberlik bu manada farklı bir kemaliyete gelir. Tabi Musa aleyhisselam’da da öyledir. Ve İsa’ya geldiğinde daha farklı bir kemalâta gelir. Mesela İsa’dan sonra da bir peygamber geldiği rivayet edilir. Yani bir mürşid-i kâmil, bir veli de olabilir; bir nebi de olabilir. Mesela onun adı sanı duyulmaz hiç. O İsa aleyhisselam’ın kemalâtının gölgesi altında kalır. Öyle bir hal görünmüştü bir ara, Nemrut Dağı’nın o tarafta o peygamberin kabri. Bir not olarak kalsın. Ahir zamana yakın belki de torunlarınızın torunları belki de bulurlar mezarını. Nemrut Dağı’nın oralarda Adıyaman bölgesinde. Nemrut Dağı’nda değil, etrafında bir tepe daha var orda, tepemsi bir şey ama Nemrut Dağı değil, Nemrut’un orda yakınlarında. Nur Dağı değildir. Nur Dağı olsaydı aklımda kalırdı ismi. Yok, gelmedi ismi şimdi. Gözümün önüne geldi de ismi gelmedi. Neyse, orda bir İsa aleyhisselam’dan sonra yaşamış bir peygamber kabri var ama o böyle kitap gönderilmiş bir peygamber değil, zamanın kutbuyla nebiler arasında ince bir perde vardır Beni İsrail peygamberleri arasında böyle bir noktada o. Kitap verilmiş peygamberlerden değil ama o da İsa aleyhisselam’ın gölgesi altında kaldığından adı sanı belli değil.

Hazreti Muhammed-i Mustafa bu manada hem varlığın hem insanlığın hem de peygamberliğin zirve noktasındadır, kemal noktasındadır ve Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın ruhaniyetinin ve nuraniyetinin, kemalâtının sonu yoktur.

Şimdi asıl mahrem bölge burası. İsa aleyhisselam’ın gideceği bir yer yoktur başka veya Musa aleyhisselam’ın gideceği bir yer yoktur, kemalât olarak bitmiştir. Burada bu sır sohbet yine kemalât noktasında kemalâtının bitmeyeni Hazreti Muhammed-i Mustafa’dır, o yüzden onun ümmetinin de -bu Mustafa Özbağ’ca- kemalâtının sonu yoktur. Sonunun var olduğunu söyleyenler tarikat ehlidir, sufi değildir, onların kemalâta bakış açıları farklıdır. Biz onlardan değiliz. Bu manada kemalâtın sonu yoktur. Hazreti Muhammed-i Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri sonsuz, sonsuz sıfatlarının tecelligâhı hükmündedir. Sonsuz sıfatlar tecelli ederken Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın ruhaniyeti ve nuraniyetinin üzerinden tecelli eder. Onun ruhaniyetinden ve nuraniyetinin üzerinden tecelli ettiği için Onun kemalâtı asla bitmez ve peygamberlerin en zirvesinde varlığın da en zirvesindedir. Meleklermiş peygamberlermiş haşa küçümsemek gibi değil, hepsi de hepsi de Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın gölgesinde dururlar ve kemalâtı devam edecek olan aşıkların yoludur Hazreti Muhammed-i Mustafa. Hiçbir zaman kemalâtta sonu olmaz, kemalâtta sonu olmadığı için her daim hayret her daim yeni tecelliyatlara gebedir ve Hazreti Muhammed-i Mustafa’ya böylesine bağlı bir velinin de üzerinde hiçbir zaman tecelliyat ve hayret eksik olmaz. O yüzden Hazreti Muhammed-i Mustafa tüm insanlığa gönderilmiştir ki tüm insanlığın velileri, tüm insanlığın ilim sahipleri, tüm insanlığın hikmet sahipleri, tüm insanlığın maddi manevi bütün alimleri Hazreti Muhammed-i Mustafa’ya baktıklarında istediklerini alırlar. Varlık Onun üzerinden tecelli eder her ne tecelli edecekse varlığa. O yüzden O hem son peygamber hem de tüm insanlığa gönderilmiştir ve henüz daha ne Müslüman dünya için ne de komple dünya için Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın ruhaniyeti ve nuraniyeti ve ilmi hem maddi hem manevi tam olarak tanınmış değildir. Bakın, tam olarak tanınmış değildir, tam olarak bilinmiş değildir. Ben o yüzden hadis inkarcılarına derim ki siz cahilin ta tekisiniz çünkü henüz daha Hazreti Muhammed-i Mustafa’yı tanımış değilsiniz, henüz daha Onu bilmiş değilsiniz. Henüz daha Onu tanımadığınız, bilmediğiniz halde Onun zayıf diye hadislerini inkâr etmeniz sizin cahilliğinizi gösterir. Hazreti Muhammed-i Mustafa’yı tanımadığınızı gösterir, Ona yüzeysel baktığınızı gösterir, Onu böyle bir postacı gibi gördüğünüzü gösterir. Bu da sığ, cahil, ilimden uzak, kalbi ve akli ilimden uzak, ferasetsiz insanların işidir. Ayeti-i kerimede de “Sen cahillerden yüz çevir.” diye emredilmiştir. Hazreti Muhammed-i Mustafa’yı bir kimse iman ettim dese dahi Onu tanımıyor, Onu bilmiyor, hadis-i şeriflerini inkâr ediyorsa o cahildir; ondan yüz çevrilir. Hadis-i şerifleri inkâr ettiği için küfür ehlidir. Direkt. Bakın direkt, en direkt değil. Çünkü O peygamberlerin güneşi hükmünde olan ve varlığın başlangıcından sonsuz bir şekilde, sonsuz bakın, dikkat edin buraya, varlığın başlangıcından sonsuz bir şekilde hiç batmayacak güneş gibi duran Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın bir sözünü değil, bir kelimesinin noktasını inkâr eden Onu tanımamış, bilmemiştir. O yüzden gerçekten o küfür ehlidir. Allah muhafaza eylesin.

Kur’an niçin sadece Ortadoğu bölgesindeki peygamberlerden söz ediyor?

Birinci derecede insanlığın başlangıcı malum Arafat’tır dünya üzerindeki başlangıcı. Âdem aleyhisselam bir rivayette Arafat bölgesindeki yere indirilir, çıkarılır, burası ayrı bir tartışma. Arafat’tır başlangıç. Havva olmak güzel bir şeydir. O Hindistan’da adalardadır, Âdem aleyhisselam Arafat’ta her taraf dağ taş, bir tane yeşil çöp dahi yok ama annemiz -mübarek Havva annemiz- okyanusta adalardadır. O yüzden kadınlara adalar, modalar de; sal yakalarını gitsinler. Çok severler fıtratları gereği. Tabi. Havva annemiz gitti, muz önünde, her türlü tropikal meyveler önünde, cenneti çok aramadı yani. Âdem aleyhisselam yaklaşık 18 19 metre boyunda, 20 metreye yakın. Ağlamaktan gözleri düştü. Bir bakıyor öyle, sen aşağıdan bakıyorsun eğer büyümediysen. Bir de büyürsen iyi, öbür türlü aşağıdan bakıyorsun. Yaklaşık 18 19 metre.

Âdem aleyhisselam Arafat’ta, o yüzden duaların kabul edildiği ve buluşmanın olduğu yer. Duanın kabul edildiği ve buluşmanın olduğu yer. Bir rivayette 40 yıl ağladı Âdem aleyhisselam ama bir hayli ağladı. Bakmayın siz adamların böyle höyt möyt dediğine, Havva’nın önüne geldi mi herkes el pençe olur. Havva olmak önemli. Havva oldu mu “Gel Âdem.” geliyor. Ben bazen diyorum ya, siz yolu bilmiyorsunuz diye. Aşkım dolaptan şunu alır mısın? Aşkım karpuz vardı dolapta. Adam etrafında 50 kişi çalıştırıyor, 60 kişi çalıştırıyor, aşkım sözü çengelde askı gibi bırakmış adamı, adam o değil. Aşkım şurada şu var, aşkım burada bu var, adam sofrayı kurdu. Kendi kendime baktım, iksirli söz aşkım dedim, tamam. Havva oldunuz mu adam etrafınızda pervane. İşte o da böyle Âdem ya öyle ağladı, sızladı, insanlığın başlangıç noktası orası. İnsanlığın ikinci başlangıç noktası neresi? Anadolu.

Biz şimdi sadece Ortadoğu bölgesi dersek Anadolu’nun hakkına riayet etmemiş oluruz. Bir Türki ellerinin hakkına riayet etmemiş oluruz. İbrahim aleyhisselam doğumu neresi? Urfa. Bir de Ortadoğu kelimesi İngilizlerin kelimesidir. Kime göre doğu, kime göre batı? Yani İngilizlerin isimlendirdiği şeyler bizim önümüze gelmiş. Neresi? Orta Asya. Kime göre Orta Asya? Orta Asya değil, Türk vatanı. Bundan yüz yıl önce Ortadoğu, Orta Asya diye bir laf yok. Yüz elli yıl önce Ortadoğu, Orta Asya diye bir laf yok. Yüz elli yıl önce alevi lafı yok, yüz elli yıl önce Orta Asya lafı yok, yüz elli yıl önce Ortadoğu diye bir laf yok, böyle bir tanımlama yok. Bizim Türk elleri. Orta Asya diye nitelendirdiğiniz yer bizim anavatanımız. Vatanımız. Bakın bizim vatanımız. Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan vatanımız bizim. Nerde Türkçe konuşulan bir yer varsa bizim vatanımız. Rusya dediğiniz şey bir avuç yer. Bir avuç. Bakın, bir avuç Rusya dediğiniz yer. Araplar dediğiniz yer bir avuç. Bir avuç bile yok. Evet. Yani Arap dediğinizde hicaz bölgesidir bu kadar. Yukarı doğru çıktığınızda Türkler vardır, Farisilerin de ana geçmişi Türk’tür. Kürtlerin de ana geçmişi Türk’tür. Onların ana geçmişleri Türk’tür. Nuh’a gideriz, şimdi böyle gidersek ta Nuh’a gideriz. Nuh’a gittiğimizde Nuh’un gemisinden sonraki başlangıç Ortadoğu değildir. Çünkü Nuh’un gemisi de Ortadoğu’da sükûn olmaz. Nuh’un gemisi de nerde sükûn bulur? Bir rivayette Cudi Dağı’nda, bir rivayette Ağrı Dağı’nda, herkes bir şey söylüyor, Cudi Dağı olarak kabul edelim. Ortadoğu’yla alakası yoktur, Araplarla da alakası yoktur, zaten o yüzden Nuh’un bir oğlu Türkler ondan gelir. Zaten oralarda 13 bin yıllık yazıtlar buldular, 15 bin yıllık yazıt buldular. 15 bin yıllık. Asıl kadim medeniyet anavatanda bizim. Mesela İbrahim’den öncesini buldular şimdi. Ne höyüktü Urfa’da, Antep’te buldukları? Çatalhöyük. Kaç bin yıllık? 13 14 bin yıllık. Anavatanda daha eskisini buldular ama söylediler, açıkladılar, kimse bakmıyor şimdi. Türkiye bu konuda fazlaca reklam yaptı Çatalhöyük’ü, gerçekten değer ama yaptığı reklam. İnsanlığın başlangıç noktası olarak gösteriyorlar, daha gerisini bulacaklar daha. Daha başlangıç noktası. Nuh’a doğru gidecekler. Nuh’a doğru gittiklerinde ilk insanlığın başlangıç noktasının Türkler olduğunu görecekler. Nuh’un oğluna dayandığını görecekler. Nuh’un oğluna dayandığını görecekler ve yeryüzüne nizam veren Nuh’un çocuklarıdır. Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın soyu da oradan gelir. Bunlar derin mevzular, bu işler öyle çok uzun uzun konuşulması gereken meseleler. O yüzden Hazreti Muhammed-i Mustafa’nın soyu da oradan gelir, yani İbrahim’di soyu değil mi? İbrahim’in babası kimdir? Azer’dir. Azer kimdir? Türk’tür. Nuh’tan gelen soy. Bakın Nuh’tan gelen soydur. Hazreti Cenâb-ı Hakk Onun soyunun temiz olduğunu söylüyor, pak olduğunu söylüyor. O yüzden Türkler de nedir bu manada, soyları temiz ve paktır. Mesela ta Türki anavatandan itibaren hiçbir zaman zina hoş görülmemiştir Türklerde. Zina yapan katledilir ta anavatandan itibaren. O yüzden Türklerde soy çok önemlidir, hiç kimse soyunu bozmaz Türklerde. Anavatandan itibaren hiçbir zaman hiçbir kadının, Türklerde hiçbir kadının iki kocası olmamıştır. Bakın, hiçbir zaman olmamıştır. Türklerde anavatandan itibaren çok eşlilik vardır, bu yok değildir ama kadınlar çok eşli değildir hiçbir zaman. Zaten biraz kabadır Türkler, aslında geriye doğru gittiğinizde çok güzel değilizdir biz. Sonradan Türkler, Türk erkekler gitmişler Çin’e; yükte hafif pahada ağır ne varsa alıp gelmişler savaşçı millet. Kadınlarını da alıp gelmişler. Yukardan, Hazar’ın yukarısından Avrupa’ya kadar gitmişler; Rusları, Slavları alıp gelmişler. Bizim ırk öyle güzelleşmiş. Şimdi sakın öyle Çinlilere falan kem gözle bakmayın veya Slavlara. Ukrayna var ya; Rusya, Ukrayna onların hepsi bizim kardeşimiz. Tabi gelmiş Hazar’dan yukarı doğru o Büyük Hun İmparatorluğu Atilla. Atilla’nın kaç tane eşinin olduğu bilinmiyor. Rivayetler var 80, 90, 180, 200, 500 binin üzerinde eşi olduğuna dair rivayetler var. Bunlar size tuhaf gelmesin yalnız, bunlar normal. Bugünden geriye baktığımızda aa olur mu ya filan yok, oradan bu tarafa baktığınızda adamlar adam değil, soytarının teki. Oradan buraya baksalar atalar kafalarını kaldırsalar siz misiniz Türk deseler yerlerde bugünün erkeleri. Evet. Atalar enteresan.

Bu bize dayatılan bir bilgi, bütün peygamberler Ortadoğu’dan dediklerinde bize dayatılan bir bilgi bu. Bu doğru değil. Türki cumhuriyetlerinde oradaki bizim anavatanda peygamber kabirleri var. Örneğin Anadolu’da peygamber kabirleri var. Nerden çıktı Yuşa tepesi? Nuh’tan itibaren geldiğinizde evet, sadece Ortadoğu bölgesinde değil.

Allah niçin diğer peygamberlere gönderilen kitaplarının ifsat edilmesine müsaade etmiştir? Bunun sebebi nedir?

Çünkü en kemali gelecek. En zirvesi gelecek, en kemal noktası gelecek. Bütün gelecek olanların gelecek gelmiş olan kitaplar Kur’an’a gebe. Hepsi de Kur’an’a gebe, bütün peygamberler de Muhammed-i Mustafa’ya gebe, bütün veliler Mehdi âlâ’ya gebedir. Bakın; bütün veliler, bütün mürşid-i kamiller Mehdi âlâ’ya gebedir. Sebep? Mürşid-i kâmillerin zirvesi de Mehdi âlâ Resul olacak.