Ahzâb Suresi Tefsiri -12 Ocak 2023
Cenâb-ı Hakk Ahzâb Suresi’nin başında “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.” Ayet 1: Ey peygamber, ey Nebi Allah’tan kork ve kafirlere, münafıklara uyma; muhakkak ki Allah alim, hâkim olandır. 2. Ayeti-i kerime: Rabbinden sana vahyolunana uy. Muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdar olandır. 3. Ayeti-i kerime: Ve Allah’a tevekkül et vekil olarak Allah yeter. Sadakallahul Azim.Cenâb-ı Hakk cümlemizi Kur’an’a ve sünnete uyanlardan eylesin.
Bazı ayeti-i kerimeler vardır, bunların üzerinde çok durulmaz, hele bizim ülkemizde daha az durulur, o yüzden bu ayeti-i kerimeler bizi üzerinde durulmayan konulara sevk ediyor. Cenâb-ı Hakk Hazreti Peygamberine sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerine “ey Nebi” diye hitab ediyor. Allah genelde peygamberlerine ey İbrahim, ey Yusuf, ey Yakub, ey Musa, ey İsa… Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerine de ey Muhammed diye hitab etmiştir ama bu ayeti-i kerimede Cenâb-ı Allah Cenâb-ı Resulullah’a sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerine diyor ki “ey Nebi.” Böyle demekle Onu daha da yüceltiyor, Onu daha fazla övüyor, daha fazla methediyor, Onun diğer peygamberlerin üstünde olduğunu gösteriyor. Seçilmiş ve seçilmişlerin içerisinde en yüce olanı. Seçilmiş olanların en kıymetli olanı, seçilmiş olanların en değerlisi ve seçilmiş olanların içerisinde hiçbir peygambere nasib olmayan miracın zirve noktası ve o zirve noktasına ulaştırmış olduğu peygamberine sesleniyor, “ey Nebi.”
Bu öyle bir methedişten geçiyor ki öyle bir peygamberini yüceltiyor ki o yüceltmenin sonunda o yüceltmenin arkasından enteresan bir şekilde diyor ki: “Allah’tan kork!” Aslında bütün ümmet-i Muhammed’e bir işaret veriyor, diyor ki: Ben bu peygamberi kendim seçtim, bu peygamberin bütün peygamberlik vasıflarını ve insanlık vasıflarını en üst merhaleye getirdim. Onu hiçbir varlığın ulaşamayacağı miracta bir perdeye ulaştırdım, hiçbir varlığı ulaştırmadığım bir perdeye ulaştırdım ve hiçbir peygamberin üzerinde söylemediğim bir söz, bir makam, bir perde, bir şeref nişanı verdim. Dedim ki: O, heva ve hevesinden hiç konuşmaz. Hiçbir peygambere vermediğimi o Nebi diye nitelendirdiğim peygamberime verdim ve öyle bir peygambere Cenâb-ı Hakk diyor ki: “Allah’tan kork.”
Burada -tabiri caizse- sen peygamberliğin ve insanlığın ve varlığın en yücesindesin ama Allah’tan kork, yani sen takvanı daha da yükselt. Allah’a olan saygını, Allah’a olan sevgini, Allah’a olan bağlılığını daha da yükselt. O kadar yükselt ki o sana verdiğim o nebilik payesinin, sana verdiğim o sevgili payesinin karşılığı olarak sen öylesine Allah’tan kork.
Bu korku bizim vasat kulların korkusu gibi değil, bu korku bir an bile olsa Allah’ı gözünden ayırırım korkusu. Bu korkunun en yücesi ve Cenâb-ı Hakk o nebisine diyor ki: “Allah’tan kork.” Ve devam ediyor; burası çok önemli, burası çok önemli. “Allah’tan kork, kafirlere ve münafıklara uyma.” Bu böyle tabiri caizse o yücelttiği peygamberine öyle bir şey söylüyor ki ardı ardına. Ancak Allah söyleyebilir zaten bunu. Allah’tan kork, sakın kafirlere ve münafıklara uyma. Buradaki tırnak içerisinde kafirler… Sakın ha! Bugün ehli kitabı yani Hristiyanları ve Yahudileri ehli kitap göstermelerine aldanmayın, onlar ayet ve hadislerde kafirliği tescillenmiştir, sebebi şudur: Onlar Üzeyir Allah’ın oğlu dediler, Hristiyanlar da İsa’ya dediler Allah’ın oğlu diye. Öyle olunca hem ayetle hem hadis-i şeriflerle sabittir ki bu kafirlerin içerisine din tanımazlar, bugün ismi bir sürü Tao olsun, Lenin olsun, Hegel olsun; bütün komünist sistem, bütün faşist sistem, bütün kapitalist sistem, bütün emperyalist sistem ve İslam’ın haricindeki dünya üzerindeki bütün inanç sistemleri… Bunun altını çiziyorum. İslam’ın haricindeki bütün inanç sistemleri -adı ne olursa olsun- bugün dünya üzerindeki bütün inanç sistemlerinin içerisinde bulunanlar İslam hariç bütün devlet sistemleri ve siyasi sistemlerin hepsi de bu kafir grubunun içinde. İslam’ın haricindeki bütün inanç sistemleri. Bakın bu ayeti-i kerimeyi böyle size tefsir edecek, cesaretli bir kimseyi bulamazsınız. İslam’ın haricindeki bütün inanç sistemleri, İslam’ın haricindeki bütün devlet sistemleri hepsi de bu “kafir güruhunun” içindedir. Şimdi yeni yeni moda çıkıyor ya. Orda, burada konuşuyorlar; onlar da ehli kitap. Bir kimsenin ehli kitap olabilmesi için o kimsenin İsa aleyhisselamı Allah’ın peygamberi görmesi gerekir. Eğer İsa aleyhisselamı Allah’ın peygamberi olarak görmüyorsa o kimse ehli kitap değildir. Bakın, o kimse ehli kitap değildir. Almanya’dakiler, Hollanda’dakiler, yurt dışında duranlar oradaki İsevileri ehli kitap zannetmeyin. Bir Yahudi’nin ehli kitap olabilmesi için Üzeyir Allah’ın oğlu hükmünden çıkması gerekir ve demesi gerekir ki Üzeyir de Allah’ın peygamberiydi, Musa’da Allah’ın peygamberiydi, Süleyman da Allah’ın peygamberiydi, bütün Benî İsrail peygamberlerinin hepsi de peygamber idi. Bütün. İsa aleyhisselam da Benî İsrail peygamberidir, o yüzden İsa Allah’ın oğlu diyenler ehli kitap değildir. O yüzden ehli kitabı cennete koymaya çalışanlar bugün için bugünkü ehli kitabı da, onlar da cennetlik, diyenler bu kafir güruhunun içindedir. Şimdi münafıklara uymayın, diyor ya şimdi oraya geleceğiz. Demek ki kafir olarak kimi nitelendirecekmişiz? Bugünkü dünya üzerinde, İslam inancının dışında her kim kaldıysa hepsi de kafirdir. Bugünkü Hristiyanlar da bugünkü Yahudiler de bugünkü İbrahimîler de. Bir kısım İbrahimî olduğunu iddia edenler var, onlar da ve diğerleri. Uzak doğu, Yakın doğu, yok TAO’ymuş, yok Hindu’ymuş, yok reenkarnasyona inanıyormuş, yok “mmm” yapanlara inanıyormuş, yok “aaa” diyenlere inanıyormuş, yok çakralarını açıyorlarmış, yok meditasyon yapıyorlarmış. Hepsi de bunların külliyen kafir güruhunun içinde. Din İslam’dır, kim Kur’an ve sünnete iman ederse o Müslümandır. Kur’an ve sünnete iman etmiyorsa bugünkü dünya üzerinde o Müslüman değildir. O, kafirdir ve İslam’ı kendisine ölçü etmeyen, İslam’ı kendisine ölçü etmeyen, hukuk sistemini İtalya’dan almış, evlilik hukukunu İsviçre’den almış, yok ticaret hukukunu Almanya’dan almış, yok bilmem ne hukukunu Fransa’dan almış gibi siyasi sistemlerde -buna komünist sistem dahil, buna sosyalist sistem dahil, buna faşist sistem dahil, buna emperyalist sistem dahil, buna kapitalist sistem dahil- dünya üzerindeki, İslam’ın dışındaki her sistem kafirdir. Şimdi sıra geldi münafıklara.
Münafık kimdir? Ayeti-i kerimede diyor ki: “Onlar Allah’a inandık derler senin yanında, sonra senin yanından ayrıldıktan sonra bizim tanrılarımız iyidir.” derler. Münafık akaitte, inançta münafık; amelde değil. Bu inançta münafıklar İslam’ın kuvvetli olduğu zamanlarda veya İslami partiymiş gibi görünen bir kısım siyasi oluşumlar hükümet idare etmeye başladığında mantar gibi biterler. Bunların aslında İslam’la hiç alakaları yoktur. Kur’an’la, sünnetle hiç alakaları yoktur; imanla hiç alakaları yoktur. Bunlar Müslümanların yanına geldiğinde selam verirler, Müslümanmış gibi davranırlar, sonra örneğin bakara makara bir ayet sallayıp gidiyorum, der. Veyahut da bu Müslümanlar bu İslam’ın reforme edilmesi lazım der, 1400 yıl önceki hukukla bu hukuk olmaz, derler. İleri bir demokrasi isterler, ileri demokrasinin de ilerisini isterler. Ne anlıyorlarsa bundan! Hocası, şeyhi, siyasetçisi, ilahiyatçısı, imamı, diyanetçisi, dervişi, sufisi… Adına ne derseniz deyin. Bunlar Kur’an’ı bir tarafından didiklemeye çalışırlar, anlamak için değil, eleştirmek için hatta ayeti-i kerimeleri inkâr ederler. Bunlar Sünnet-i Resulullah’a laf söylerler, küçük görürler. Hadis-i şerifleri inkâr ederler, hadis-i şeriflerin hiçbirisi de onlar için sahih değildir, inkâr ederler. Bunlar ayetleri inkâr ederler. Bunlar otururlar işleri, güçleri yokmuş gibi, Kur’an’a evrensel mi bakalım, tarihse mi bakalım? Tarihsel bakalım. Tarihsel bakarsak Kur’an’ın bu tip tarihsel olan olaylarını kenara koyalım, bunları gündeme getirmeyelim deyip, Kur’an-ı Kerim’in bir kısmını tarihsel deyip kenara atarlar. Bunlar Müslümanmış gibi görünen ama gerektiğinde bizle beraber namaz kılan gerektiğinde bizle beraber de ümreye de gidebilir hatta buraya gelip zikrullaha da katılabilir. Bunlar da münafıklar. Bunlar Yunus’un dediği gibi: Dışı Müslüman içi kafir çok olur, der. Bunlar da dışı Müslüman, içi kafir olanlar; dışı Müslüman, içi münafık olanlar. İçi münafık bunların. Bunlar Kur’an’a ve sünnete iman ettik deyip Kur’an ve sünnetin belirli yerlerini inkâr eden, belirli yerlerine böyle olmaz diyen, böyle olmaması gerekir diyen, bu fikir bozukluğunu yaşayan, bunların fikirleri sarışın olan kimseler. En acımasız olanı, en zehirli olanı, en yılan olanı, en hain olanı, en tehlikeli olanı bunlar. Bizdenmiş gibi görünen, bizdenmiş gibi davranan ama Kur’an ve sünneti -tabiri caizse- delmeye çalışan, değiştirmeye çalışan, reforme etmeye çalışan, bazı ayetleri ortadan kaldırmaya çalışan, hadisleri inkâr eden, hadislerle alay eden bu zümre de münafıklar zümresi. Bunların bazı hareketleri küfre gidiyor. Bazı davranışları küfre gitmesine rağmen bunlar bazen toparlıyorlar, dönmüş gibi yapıyorlar ama bunlar münafığın ta kendileri. Ve bunlar da Kur’an ve sünnete göre hükmetmenin bu zamanda mümkün olmadığını ve bu zamanda böyle bir şeyin olamayacağını söyleyen, bizdenmiş gibi görünen şeyhler, alimler, siyasiler bunlar. Bunlar da kim? Bunlar da münafıklar.
İşte Allah peygamberine diyor ki ey peygamber, ey nebi, ey sevilim, ey alemleri senin yüzüsuyu hürmetine yarattığım, dikkat etmen gereken bir şey var. Sakın bu konuda taviz verme; sakın bu konuda senin rahmetin, senin insanlığın, senin merhametin, senin hoşgörün, senin toleransın, senin o insan sevgin öne çıkıp kafirlere ve münafıklara uyma noktasına seni götürmesin. Çünkü Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri sevgide mahlukatın en yücesidir, merhamette mahlukatın en yücesidir, afta mahlukatın en yücesidir, ademiyette yani insaniyette en zirvededir, en zirvede. Meleklerin edeb ettiği, meleklerin etrafında pervane döndüğü, arş-ı âlânın kanatlarını Onun önüne serdiği, ilmin Allah’ın ilminin -bu tabirimi hoş görün, O da hoş görsün- Fırat nehri gibi her dem manasına akıtılan o Hazreti Muhammed-i Mustafa’ya diyor ki sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerine: “Sakın kafirlere ve münafıklara uyma.” Onlar İslam olsunlar, onlar dini kabul etsinler diye sen onlara uyma. Onlar dinle alakalı yumuşasınlar diye sakın onlara uyma.
Biz bu ayeti-i kerimelere bakarken Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri kafirler saçlarını uzatırdı, O uzatırdı, kafirler saçlarını kısaltınca O uzatırdı. Kafirlerle bizi ayırt eden sarık, dedi. Bedir’de sarığı sardı, kafirlerle Müslümanları ayırt eden bir işaret oldu veyahut da kafirlere benzeyen, kafirlerin kıyafetlerine benzeyen kıyafetler giymedi. Örneğin Rumlarda örülen kumaşları aldı Yemen’de örülen kumaşları aldı ama onların kıyafetleri gibi bir kıyafete bürünmedi. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri kıyafet olarak da yeme içme adabı olarak da ev adabı olarak da hiç kafirlere uymadı. Hiç uymadı. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri masada yemek yemedi örneğin. Yemedi. Oysa kafirler masada yiyorlardı o dönemde de. O yemedi, O yere oturdu. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri evini süslemedi, şatahata şatafata düşmedi, eşyaları gösterişli değildi ki o zaman kafirlerin gösterişli evleri vardı. Gösterişli iş yerleri vardı, gösterişli eşyaları vardı. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri öyle gösterişli bir evde yaşamadı. Mescidi de gösterişli değildi. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin mescidinde yağmur yağdığında mescit çamur oluyordu. Bildiğiniz çamur oluyordu. Yağışlı havalarda secde ettiğinde yüzü gözü çamur içinde oluyordu. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin mescidi de gösterişli değildi. Yemesi, içmesi de gösterişli değildi. O hiçbir zaman sofrasında iki çeşit, üç çeşit yemek yemedi. Sofrasında Onun iki çeşit yemek olmadı hiç, O hiç doymadı, O bu dünyadan doymadan göçüp gitti. Ona sirke getirdiler, “Ne güzel taam.” dedi sirkeye. Ekmeğini sirkeye bandı, yedi. O hiçbir zaman kafir bir hayatın zerresini dahi yaşamadı. Kıyafeti uymadı, saç şekli uymadı. O Amerikan tıraşı nedir bilmiyordu, saç şekli hiçbir kafire uymuyordu, Yahudilere de uymuyordu, Hristiyanlara da uymuyordu. Kıyafeti Yahudilere de uymuyordu, Hristiyanlara da uymuyordu. Yemesi, içmesi Hristiyanlara da Yahudilere de uymuyordu. Onun ev eşyaları da Hristiyanlara ve Yahudilere veya müşriklere uymuyordu, hiçbirisine de uymuyordu. En önemlisi, en önemlisi Mekke müşrikleri geldiler, dediler ki ne istiyorsun? İstersen gel, seni devlet başkanı yapalım, bu devleti sen idare et. İstersen dediler, gel, seni hazinenin başına koyalım. Yani maliye bakanı ol. İstersen devlet başkanı ol, istersen maliye bakanı ol. Gel, bu devletin başında devlet başkanı ol, dediler. Cevap muhteşem. Dedi ki: “Bir elime ayı verseniz bir elime de güneşi verseniz ben la ilahe illallah Muhammeden Resulullah demekten vazgeçmem.” dedi. Reddetti ama aynı Nebi Medine-i Münevvere’de İslam devleti kurdu ve İslam devletinin başına geçti hem devlet başkanlığı yaptı hem genel kurmay başkanlığı yaptı hem maliye bakanlığı yaptı hem hükmetti İslam hukukuyla. Önce bunların hepsini kendi zatında cem etti, topladı, sonra yetiştirdi etrafındaki sahabeleri, yetiştirdikten sonra yeni İslam olan beldelere onları vali olarak atamaya başladı ve her atadığı validen ahid alıyordu. Diyordu ki -meşhur ya- Yemen’e vali gönderirken. Neyle hükmedeceksin? Kur’an’la ya Resulullah. Bulamazsan, dedi. Senin sünnetinle ya Resulullah, dedi. Bulamazsan, dedi. İctihad ederim ya Resulullah deyince hoşuna gitti, tebessüm etti, ona dua etti ve Medine’nin dışına kadar onu uğurladı kendisi. Demek ki neyle hükmedeceksin dediğinde Kur’an’la dedi, ondan sonra senin sünnetinle dedi, sonra ben ictihad ederim. Burada bulamadıklarımı ictihad ederim, dedi. Hüküm var ise hükmü Kur’an koyduysa hükmü Kur’an koyduysa orda ictihad hakkı hiç kimsede yoktur. Ona ictihad etmeye kalkan kimse ya cahildir ya kafirdir. Eğer sünnet-i seniyyede hüküm var ise sünnet-i seniyyede hüküm var ise orda hiç kimsenin hükmetmeye hakkı, cüreti olamaz. Eğer bir kimse, hakkında bir şey hadis var ise o hadise tabi olması gerekir, olmazsa o kimse münafık zümresinden olur. Kur’an’da bulamadı, sünnet-i seniyyede bulamadı, sahabeler için söylüyorum. Bizim için bulamadıklarımızı biz mezhep imamlarından bakarız. Bulamazsak evet bir ictihad eden var ise o alim bizden ise onun ictihadına tabi oluruz ve en önemlisi bu işin dünya üzerinde hem inanç noktasında hem de siyasi noktada duruşu. Biz şimdi Müslümanlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri sakalını bir tutam bırakırdı, biz de bizde bir tutam bırakalım. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri saçını şöyle keserdi, biz de öyle keselim. Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri böyle yemek yerdi, böyle yiyelim. Doğru mu, doğru. Namazı şöyle kılardı, biz de öyle kılalım. Doğru mu, doğru. Orucu böyle tutalım. Doğru mu, doğru. En büyük tehlike, en büyük tehlike inanç ve siyasette. En büyük tehlike burada. Cenâb-ı Hakk o nebiler nebisi peygamberine “Allah’tan kork, kafirlere ve münafıklara uyma.” derken ne yazık ki ümmet-i Muhammed dişinin misavaklamayı önemsediği kadar İslam’ın hukukunu önemsemiyor. Abdest alırken parmak aralarını hilallemeyi önemsediği kadar akaitle akalı yani inançsal meseleleri ne yazık ki önemsemiyor. Önemsemediğinden dolayı ümmet dağılmış vaziyette. Ne yazık ki ümmet-i Muhammed haramı haram olarak biliyor ama Allah’ın gözünün içine baka baka haramı işliyor. Kur’an’ın yasakladığını biliyor, Kur’an’ın yasakladığını bile bile ve Kur’an’ın haram ettiğini bile bile kendince bir yol bulup kendince haramı helalleştiriyor. Kendince kendi kafasından bir yol bulup haramı helalleştiriyor. En acısı da bu. Siyasilerin ve kendilerini dini otorite olarak görenlerin düştükleri büyük pislik, büyük necaset çukuru bu. Büyük necaset çukuru büyük pislik bu. Allah ümmet-i Muhammed’i kurtarsın. Ve ümmet-i Muhammed ne yazık ki ne yazık ki Allah’ın haramlarında titiz değil. Allah’ın koymuş olduğu yasaklarda ve yasalarda titiz değil. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin koymuş olduğu ölçüye uymak ümmet-i Muhammed’e zor geldiğinden dolayı inkâr yoluna sapıyor, inkâr ediyor. Ben bunu yaşayamıyorum diyeceğine inkâr ediyor. Benim burada ihalelerim var, benim burada mecbur yapmam gerekenler var, benim almam gereken rüşvetler var, benim almam gereken haramlar var, benim yapmam gereken haramlar var, deyip kendine bir yol çıkartıyor. Ve o melanet yolunda, o cife yolunda, o lağım yolunda yürüyor ve ümmet-i Muhammed’e kötülükten kapı açıyorlar. Ümmet-i Muhammed’e melanetten kapı aralıyorlar, ümmet-i Muhammed’e lağımdan kapı aralıyorlar. Ve o lağımda yaşaya yaşaya ne yazık ki dışı Müslüman, dili Müslüman olanlar lağım farelerine dönmüşler. O lağım fareleri lağımın içinde yaşaya yaşaya kendisini cennet bahçesinde zannediyor çünkü lağım faresinde doğmuş, lağım faresinde yaşıyor ve lağım faresinde yaşadığının farkında değil. Orayı kendisinin cennet bahçesi zannediyor ve kendisi lağımda yaşarken lağım fareleri gibi ne yazık ki kendisini cennetlik görüyor. Ne yazık ki kendisini mücahid görüyor, ne yazık ki kendisini sufi görüyor, ne yazık ki kendisini derviş görüyor, ne yazık ki kendisini bir cemaat ehli olarak görüyor, ne yazık ki kendisini İslami kesimde görüyor. Amma müşrikliğin dibini, şirkin dibini yaşıyor. Haramın dibini yaşıyor, haramı kendisine helal ettireceğim diye uğraşıyor. Ve bizim gibi konuşanları da nasıl sustururuzun derdine düşmüşler. Bizim gibi düşünenleri nasıl öteleriz, nasıl iteleriz, nasıl sesini keseriz, nasıl onun önüne set çıkarırızın derdine düşmüşler. Şeytanla ahidleşip, şeytanla ahidleşip Kur’an ve sünnet diyenlerin üzerine -tabiri caizse- kendilerince firavunca yürümek istiyorlar, nemrutça yürümek istiyorlar. Çünkü Kur’an ve sünnet dendikçe, Allah’ın helali bu, Allah’ın haramı bu, Allah’ın hükmü bu, Allah’ın hukuku bu, sünnet-i seniyye bu dedikçe nemrut ve firavunlar azıyorlar. Azdıkça azıyorlar, azdıkça azıyorlar. Ve ümmet-i Muhammed suyun üzerindeki köpük misali, gücü yok. Ümmet-i Muhammed de dolaptaki etini kaybetmemek için, ümmet-i Muhammed devletteki işini kaybetmemek için, ümmet-i Muhammed orda, burada aman benim gemim yürüsün, aman benim işim yürüsün diyerekten yanı başında gözünün önünde akıp giden o lağım deryasına ya kendisini de atıyor ya da ona sessiz kalıyor. Ve onlara birisi hakikati tebliğ edince hocanıza söyleyin, biraz dilini kıssın oluyor. Onlara hakikati söyleyince siz onu şeyh biliyorsunuz ama biz onu seviyoruz, söyleyin, dili çok sivri oluyor. Yani söyleyin, biz onu çok seviyoruz, biraz daha böyle makul konuşsun oluyor. Hatta arkadaşlara da bunu ufak ufak lanse ediyorlar. Evet, Allah Nebisine dedi ki kafirlere uyma.
En yüksek seviyeden söyledi. Bu, şu demek: Ey iman edenler! Ben o Nebimi bile bu konuda uyardım. Ona dedim ki: Ey Nebi, kafirlere uyma; münafıklara da uyma. Bu, şu demek: Ey ümmet-i Muhammed! Anneleriniz, babalarınız, eşleriniz, çocuklarınız, mallarınız, rahat yataklarınız, lüks evleriniz, lüks arabalarınız, kazandığınız yüksek debili paralarınız sizin ilahınız olmasın. Sizin önünüze perde olmasın, sizin önünüzde engel olmasın. Geldiğiniz makamlar, dünyevi makamlar, geldiğiniz, oturduğunuz koltuklar… Sana şeyh diyecekler, sana mürşid diyecekler, sana hoca diyecekler, sana zakir diyecekler, seni sevecekler, seni el üstünde tutacaklar, sen yeter ki onların suyundan git, onların yolundan git. Sen yeter ki orda yaptığın ufak bir iş var, onu gözünde büyüt, bu işin devam etmesi lazım, o yüzden bizim böyle davranmamız lazım, de. Sen bir de etrafına ilmi siyaset yapıyoruz, de. Bizim geçinceye kadar bizim ayıya dayı dememiz lazım, de. Ey canım kardeşlerim, ey ümmet-i Muhammed! Ben 36 yıldır o günü bekleyenleri tanıyorum. 36 yıldır o gelecek günle insanları aldatanları biliyorum. 36 yıldır bu işler hallolacak, ayıya dayı diyelim. Bu işler hallolacak, siyaset yapalım. Bu işler hallolacak, biraz susalım. Bu işler hallolacak, her yerde her şeyi konuşmayalım. Bu işler hallolacak, gidelim, onun önünde el ovuşturalım. Gidelim, onun önünde bu işler böyle halloluyor. Selam vermekle bir şey olmaz, el öpmekle dudak aşınmaz, gidelim, önünde el pençe duralım. 36 yıldır bunu dinliyorum ben, hiçbir şey olduğu yok. Gavur gavurluğuna devam ediyor. Kafir kafirliğine devam ediyor. Münafık münafıklığına devam ediyor. Korkaklar korkaklıklarına devam ediyor. Soysuzlar soysuzluklarına devam ediyor. Şerefsizler şerefsizliklerine devam ediyor. Rüşvetçiler rüşvetçiliklerine devam ediyor. Partinin adı değişiyor, rüşvet çarkı durmuyor. Partinin adı değişiyor, fuhuş çarkı durmuyor. Partinin adı değişiyor, uyuşturucu çarkı durmuyor. Partinin adı değişiyor, zulüm durmuyor. Partinin adı değişiyor, zenginleşenler zenginleşiyor. Devam ediyor. Partinin adı değişiyor, bir bakıyorsunuz ki her şey o tarafa geçmiş. Partinin adı değişiyor, hukuk değişmiyor. Partinin adı değişiyor, siyaset değişmiyor. Partinin adı değişiyor, Diyanet değişmiyor. Partinin adı değişiyor, ilahiyatlar değişmiyor. Partinin adı değişiyor, tarikatlar değişmiyor. Partinin adı değişiyor, cemaatler değişmiyor. Dün mason Süleyman Demirel’in önünde el pençe duranlar bugün Tayyip Erdoğan’ın önünde duruyor. Dün Ecevit’in önünde el pençe duranlar bugün Tayyip Erdoğan’ın önünde duruyor. Demirel’in önünde, Ecevit’in önünde el pençe duranlar, cemaatler, tarikatlar, topluluklar ondan sonra Turgut Özal’ın önünde durdu; değişmediler. Turgut Özal’ın önünde el pençe duranlar, ondan sonra Refah partisinin önünde el pençe durdular. Şimdi de topyekûn Ak partinin önünde el pençe duruyorlar değişmedi, değişmedi. Ceza hukukun İtalyan, değişmedi. Senin evlilikle alakalı hukukun İsviçre, değişmedi. Ekonomi hukukun Fransa, Almanya neyse. Bu yeni değil, bunu cumhuriyetin üzerine koymayın, bu Osmanlıda başladı. Mecelleyi ben cebimden çıkartmadım. Direkt Avrupa hukukunun Osmanlıcaya çevrilmesidir mecelle. Bu cumhuriyetle başlamış gibi insanlara gösteriliyor, değil. Öncesi var, Osmanlıdan var daha. Cumhuriyet onun sonucu. O zaman için ülke ne yapıyorsunuz, dememiş Müslümanlar. Avrupa’nın kanunlarını Osmanlıcaya çevirip bize getiriyorsunuz, ne yapıyorsunuz, dememişler. Şeyhler dememiş, tarikatlar dememiş. O zaman ne yapıyorsunuz diye alimler dememiş, medreseler dememiş, askeriye dememiş. Zaten demez çünkü onlar jön Türklerin elinde, sebataist. Bu, yeni değil.
Bakın, değişmiyor. İki yüz yıldır değişmiyor; iki yüzyıldır o lağım deresi, o lağım ırmağı akıyor ve yutuyor Müslümanları. Korkarım, 50 yıl sonra daha da bizi din üzerine daha kötü günler bekliyor. Korkarım öyle. Bu topraklarda, bu topraklarda -söylerken öyle söylüyoruz ya- ecdadın kanla imanla yoğurduğu bu topraklarda fuhuşun, kumarın, içkinin, zulmün hukuk dairesinde olacağına kim inanırdı? Kimse inanmazdı. Değişmiyor canım kardeşlerim. Bu, böyle devam ediyor. Ben de kendi nefsim için söylüyorum bunu. Cenâb-ı Hakk beni de son nefesime kadar Kur’an ve sünnet-i seniyyeyi yaşayan ve onu savunanlardan eylesin. Ben sizlerden duam ve istirhamım bu. Bunun dışında bir söylem, bunun dışında bir akaid, bunun dışında bir fikir kabul etmiyorum. Bu konuda kardeşler burası çok bizim için uygun değil, siyasi konjonktürüne uygun değil, devlet konjonktürüne de uygun değil, benim başıma bir iş gelebilir diye düşünüyorlarsa derslerini verip ayrılabilirler. Benim bu dilim durmaz çünkü. Başımıza iş açarız diye düşünenler bu konuda gönül koymam, hakkım da helal olur, ayrılabilirler. Ben yolun başında da Kur’an, sünnet, vatan, millet dedim. Şimdi de Kur’an, sünnet, vatan, millet diyorum. Ölünceye kadar da ben bu noktada duracağım.
2. ayeti-i kerimede Cenâb-ı Hakk peygamberine diyor ki: Rabbinden sana vahyolunana uy. Kafirlere uyma, münafıklara uyma, vahye uy, diyor peygamberine. Bu, şu demek: Ey ümmet-i Muhammed! Ben o peygamberime dahi benden gelecek olan vahye uy dediysem hepiniz de vahye tabi olacaksınız, hepiniz de vahye uyacaksınız. Vahyin içerisinde hem Kur’an var, hem sünnet-i seniyye var. Çünkü O, heva ve hevesinden hiç konuşmadı. O yüzden de ne yapacağız? Vahye uyacağız hepimiz de. Bu toplulukta yol yürüyecek olanlar, bu toplulukta devam edecek olanlar Kur’an’a, sünnete uymayı taahhüt etmiş olarak kabul ediyoruz. O taahhütlerinde duracaklar, o taahhütlerini yerine getirecekler. O taahhütlerinden geri dönmek yok. Ya orda şöyle yapıyorlarmış, burada böyle yapıyorlarmış, biz hepsinden uzağız. Biz Uzak doğu inançlarından da uzağız, biz Batı inançlarından da uzağız. Biz sonradan olma, sonradan çakma inançlardan da uzağız. Bizim inancımız Kur’an ve sünnet, bizim başkaca bir inancımız yok. Buna uygunsa kabul ederiz kendimizce, buna uygun değilse kabul etmeyiz, reddederiz.
Muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdar olandır. Muhakkak ki Allah ne yaparsak yapalım, el-Hâbir ism-i şerifiyle her şeyimizden haberdardır. Biz karanlıkta da bir şey yapsak perde arkasında da bir şey yapsak o esnada etrafımızdaki insanları kandırsak da Allah haberdardır, hâbirdir, onun intikamını alır. Allah onun intikamını alır. Ve Allah’a tevekkül et. Biz Allah’a tevekkül edenlerdeniz. Biz gayret gösteririz, çalışırız, çabalarız, Allah için sever, Allah için iman eder, Allah için zikreder, Allah için koştururuz, Allah için birbirlerimizin ellerini tutarız, Allah için toplanır, zikrederiz, Allah için birbirimizi doyururuz, Allah için birbirimizi gözetiriz, Allah için birbirimizle beraber olmaya çalışırız. Biz Allah için her şeyi yapmaya gayret ettiğimiz için Allah’a tevekkül ederiz. O, bizim sahibimizdir. O, bizim malikimizdir. O, bizim koruyucumuzdur. O, bizim önümüzü açandır. O, bizim arkamızı toplayandır. O, bizim yanlarımızı sağlamlaştırandır. O, bizim aynı zamanda da vekilimizdir. Bizim görmediğimizi bize gösterir, bizim duymadığımızı bize duyurtur gerekli olanı. Ve O, bizim vekilimizdir; bizi vekil olarak savunur. O, bu topluluğun komple vekilidir. Bu topluluğa kim ihanet ederse o ihanetin intikamını alacak olan Allah’tır. Bu topluluğa kim zarar verecekse bu topluluğa zarar verecek olanın intikamını alacak olan Allah’tır. Bu topluluğa kim hizmet edecekse bu topluluğun sahibi Allah’tır, mükâfatlandıran da Allah’tır. “Hasbünallahu ve ni’mel vekîl” deriz. Bizim her şeyimize vekil olan Odur; O, ne güzel vekildir. O yüzden topluluğumuzu kandırmaya çalışan kendini kandırır. Topluluğumuzu satmaya çalışan kendini satar. Adımızı kirletmeye çalışan kendi adını kirletir. Bu topluluğun adını kirletmeye çalışan kendisini kirletir. Biz bu dünyanın geçici olduğuna iman edenlerdeniz. Son nefes geldiğinde, o ölümle yüzleştiğimizde herkesin hesabını, kitabını vereceğine inananlardanız. Zerrece haksızlık yapanın haksızlığının cezasız kalmayacağına, zerrece iyilik yapanın iyiliğinin de mükafatsız kalmayacağına iman etmişiz; öyle yaşamışız. Demişiz ki: Ya rabbi! Bizleri hayırda kullan, bizleri iyilikte kullan, bizleri imanda kullan, bizleri İslam’da kullan, bizleri hakikatinde kullan. Bizleri katından ilimlendir, bizleri katından rızıklandır, bizleri katından nimetlendir. Bizleri katından koruduklarından eyle, bizleri katından muhafaza ettiklerinden eyle, bizleri katından lütfettiklerinden eyle. Bizim dilimize katından lütfeyle, bizim kalbimize katından lütfeyle, bizim vücudumuza katından lütfeyle, bizim nefesimize katından lütfeyle. Âmin diyen dillerimizi nar-ı cehennemden azad eyle, amin diyenlerimizi Cemalullahına kavuşturduklarından eyle.
12 Ocak 2023